23 Ekim 2013 Çarşamba

THE QUESTION FOR AMNESIA

Bir Afrika’dan geçtim genişleyerek boğan bir karanlık gece gibi
   yürek soğurken, ter soğurken teninde,
Asya soluyordu belki o zamanlar, bir salkım söğüdün gölgesi, ayışığı,
   evlere, kireç badanalı kerpiç duvarlara yaslanan ihtiyar akıl,
Avrupa, ah Avrupa, Berger’ın mayıs böcekleri, yakındık öyle,
   bazen çok uzak Kars bazen Edirne bazen Urfa
“Dünyanın Gecesi” diye fısıldadı biri, “bulunduğumuz enlem ve boylam”,
   coğrafya ezberime bir çentik atar gibi, bir cevap,
Bir bıçak ekmek keserkenki, adam öldürürken bir katil, bir soru,
   dili ayıran ikiye, dünyanın orta yeri, hocam Tusi’nin gözleri,
Konya’da bu akşam bozkır sisi, bir hayalet, bir Moğol öldürüldü,
   demir kapıların kapanışı ağır, sarı soğuk parıltısı pasın,
Sürgü sesleri, tempus modernus dergileri, bej bir kapak, italik Moğol,
   dağınık sayfaları, Sartre, Heidegger’i kim okuyor,
Sartre, Heidegger’i kim okuyor, sanki Sadreddin Konevi, hayalet evlere,
   çarpık, yıkılacak gibi evlere çarparak, bilerek vakti soluklandım,
Bir bardak soğuk su içtim, vakit gecenin ikisi, sabaha çok varken,
   çok varken ölüm, anneannem ölürken, telefona bakarken kardeşim,
Dağılarak içimizde kum, toplanarak bir kavga şiiri, yoğunlaşan sis,
   “dünyanın fısıltısı” dedim, “bak akıl şimdi kendine geldi”

Nihavent curcuna
Durduk durduk durduk
Yaz altın gemileriyle
Kış hırçın fırtınalarıyla
Durduk durduk durduk

Karluklar Naymanlar
Biz durduk biz durduk
Portekiz gemileri Aden’de
Biz durduk biz durduk

Moğollar bu kez gelmedi
Oğuzlar Dokuz Oğuzlar
Eşi görülmedik yağma
Biz durduk biz durduk

Mısır’ın püskülleri Nil midir
Nemçe illeri kan mıdır kil midir
Nazlı Budin ne çabuk düştü
Biz ne çabuk durduk
Bize vuran el midir

Durduk durduk durduk
Tarihin çekülü aklı değil
Biz durduk biz durduk
Irmağın suyu balığı
Çölün çakılı değil
Biz durduk biz durduk

Ölüm, o büyük esrikliğin eski ve eksik halkı, bir hayalet, boynunda
   mor bıçak izleri, düşmanın bilediği bıçaklar, ekmek keserken,
Yemek yerken, konuşurken, uyurken, gezerken, düşmanken kent,
   yağmuru bile taksitle yağan memurlar kenti, sis, Londra,
“Başladığım yerde son”, derse ve diyor ki Eliot, “başladığım yer
   hüzün” diyen kim korkusuzca, dönen, dön! dön! dön!
Kavga, yar, hüzün… Asya soluyordu günlerdir, gece, sis, dağlar,
   bir Moğol öldürüldü, bakırcılar çarşısında telaş, kapalı kepenkler,
Çaşıt his, “tin kemiktir”, parlak aşık kemiği mezarlıkta, çaşıt say
   kendini bizim aramızda, çeşidi çok tezgahı çerçinin, Berlin, Londra,
İtalik diz, diz kanarsa kelimelerin körpe, nihavent peri, ürper,
   eridikçe kemikleri bir romancının, hasta gözleri, sarı, ufak, yuvarlak,
Şimdi bir intihar say, bir anahtar gibi dön kilitte, ey kokuşmuş dünya,
   (böylece unut)
   ey dünya unut ama, bir Moğol öldürüldü, Alaaddin’in elleri kanlı,
Bir Afrika’dan geçti Muhyiddin Arabi, üvey kılarak kenti, Şam,
   ne yakın bize milat artık, ne uzak Malatya, Şam! Bir Asya say sağdan,
İblise Göre İncil, Sadettin Köpek’e göre Ahi Evren, muti ve muhkem,
   tarihin tersine taranmış tüyleri, çünkü “kemik tindir”, bir Avrupa,
Gebe karın, lohusa soluk, mitolojik rahibe, hayalet, Rilke, sarı siluet…
   (böylece umut)

Sarı Vezirin Savruk Düşünceleri
Biraderimin son oyunu bu mu
Halkı arıklaştıran bu kavga
Neyin kavgası

Tarih dediğin faili meçhul cinayet
Özümüzden aldığı diyet
Portakal muz limon
Bir şapka ki melon
İçi boş bir cübbe
Görünen görünmeyen
Bakalım yerinde mi yeşil kubbe
Tırmandığımız meşe ağacı çocukken

Dön! Dön! Dön! Dönelim, dönelim, dönelim, dilimizde tekrarın incileri,
   ey İsmet ey! Eve dönelim, evde bir Moğol köpeği, Tiyanşan’da,
Sarı Bilinç, özel bir mission dialectisante örneği, Bilinç Sarı, inkısar,
   sakalları, kentin sis, sarı duman, sigara dumanı, sigara sarı…
Ölüm, o büyük esrikliğin eski ve eksik halkı, çağır beni, çağır, çağ…
   içimde çoğalan ur, “the earth was created…”, salkım söğütler,
Onların gölgesi çağırıyordu beni, “savaşı kararlı bir şekilde sürdür”,
   Blanchot’ın önemsiz bir cümlesi, önemsiz bir cümlemiz,
Sis, hayaletlerin sarı, kent, didindik, çırpındık ve Karadeniz,
   karaderili kaderimiz…

Sarı Vezirin Çağrısı
Dön dön dön
Biraderim dön bana
Ko, yüzünü göreyim
Ko, derdini bileyim
Açalım aklın pencerelerini
Ruhumuz havalansın biraz
Açalım kapılarını tarihin
Bir lokma ekmek
Bir fıçı şarap verip
Aşk denen şamana
Dönelim dönelim dönelim

İşte şurda Şems şurda Mevlana!


Bir sessizlik yok, sürünerek, toprağa ve göğe dokunarak, konuşan
   kim kimle, gece çöksün isterdik, ırmağın ağzında, bu harabe evlerde,
Konuşsun isterdik, bir kez bizimle, gece unutsun evladını,
   kin, sakız çiğnesin, umursamazlığı bedenin, kaygan ve yassı,
Taşlar nasıl da parlıyor bak ayışığıyla mezarlıkta, beden, kirli beden,
   sular akıyor mu, kopuk düğmeyi nasıl dikeyim bu gömleğe,
Bir sessizlik yok, bir anlaşma hiç olmadı, kan ama durmadan aktı,
   aramızda kan, kavakların hışırtısı, ırmağın ağzı, deniz, dağ,
Anlaşma? Walt Whitman’ın Amerikan çimenleri, Ezra’nın Çin
   ideogramları arasında serin bir anlaşma? Serin?


Kalbin kalble tokuşmasına benzer bir ses çıkarmalı taşlar,
   sessizlik, hep söylenir ya, bir zar gibi yırtılmalı, yırt! yırt!
Düz, flotal bir aynada görünen, düz, flotal bir zihinde ışık, ayışığı
   bu harabe evlerde, kendimizle, baş başa, kılıcımız yok, arzu zaten
Bütün kelimelerle oynayan, dağ, deniz, kent, hayvan, ip, uçurtma,
   geceyle oynayan, bir tabanca, bir iğne, bir kitap, bir mektup,
Kan, durmadan akan, zihne ne bulaşır, tarihin şuh kahkahaları,
   bu kadınlar, bu erkekler, bu çocuklar, bu çiçekçiler, bu terziler,
Bu manavlar demek ki manav değil, bu kireç yanmaz, bu Ankara,
   bu keçi yüz, bu eti bisküvileri, bu arzunun hıçkırıkları, saç kıran,
Bit ezen varlık, sessizlik şimdi, her zamankinden fazla, öyle olmalı,
   kalbin kalble kokuşması bu evler, ifrit yuvaları, nefret büyür,
Öyle olmalı okunmuyorsa eğer altı çizilmiş satırlar, italik diz, hülya,
   boş gardroplara, dolaplara, raflara, masalara, bardaklara sığmayan,
Aklı çiz bu satırlara, kanat, çamurlansın suratı seni bekleyenlerin,
   anlaşma? Bu kadınlar, bu erkekler, bu çocuklar, bunlar ve bunlar
“By the assistance of the sun”, Kızılderili çadırları, sarı gök, yırt! yırt!
   kır, kanat burnunu dünyanın, bir zamanlar var olan, bir zamanlar
Sessizlik, anlaşma, kalbin kalbe dokunuşu, dokunma, dokun dostuna,
   okunmuyor ne kötü! Ne öykü, ne şiir, ne roman, ne resim, ama
Babamın bir hatırası kolumdaki Citizen saat, annemin duası, bedduası,
   cızırtılı bir ses telefonda, iyiyim, iyi, herkes ne kadar iyi, ağaçlar,
Deniz, vapur düdükleri, martı sesleri, sessizlikleri, o solgun halkla,
   İstanbul nasıl yakışırdı desek bu Macar soysuza,
Bir kafede şimdi, karşı cinsten bir şairle, karşı bir Derrida, hep karşıda,
   herkes karşıda, bir zamanlar diyebilmek şimdi, geçmiş kip,
Bazen menfi, bazen muzari, kavga, içten sürüp gelen bir kavga, kopuk
   Bir gömlek düğmesi, sular akıyor mu üç numara? Bilek kalınlığında
Bir oluktan akıyor kan, aynı oluktan dua, beddua…

Arayış Türküsü –beş dakika ara-
Neyi arıyorsan bulacaksın onu
Aradığın ekmek mi etin ekmektir sana
Aradığın şarapsa kanın şarap olur
Kadın şarap olur dudaklarında

Ancak ölümü hiç arama
O seni nasılsa bulur

Ben bir Macar’ım, kavmime ait bazı sırları ancak yağmur yağarken,
   tiril tiril, güzelim yağmur yağarken hatırlarım, bir Fransız’a, ılık
Kan, bak işte kan ılık, bir ceza sömürgesi içimin ürkek aksiliği,
   çok sabah uyandı bende oysa, çok çocuk utandım, kan akıyordu,
İşte! İşte bu hayret duygusu, bu elma, bu şeytan uçurtması, bu çiçek,
   serinlik değil Afrika, unutulmuş bir hatıra, her şey unutulmuşluğa,
Sen unutulmuşluğa inan, kalbin kalble tokuşması, inan ama anlaşma!
   kalbin çünkü kalbe, taşın taşa, kağıdın kaleme geç kalışı, geç ayrılığa,
Bir adam gerekse bir ayrılığa ölümü az sayma, Afrika, Asya, Afrika,
   bir kavga bu, içten sürüp gelen bir savaş, merkez ya da taşra,
Işık, biraz daha ışık veya karanlık sonsuza dek, tarihin katmanlarına,
   Amak-ı Hayal’e dek ve işte Sidretü’l Münteha! O som, o saf bazalt
Duvarları kelimelerin, hafızan, hayalin, düşüncen, duy işte duygun!
   alnınla kara, kalbinle kara: bir umut yetmez ki bir çıdama!
Sessizlik olmadı hiç, bıçak kesmedi bileği, gömlek düğmeye yakışmadı,
   bu ayrılık bu Macar’a, bu sarkıt, bu mağara, bu hüsran, bu macera,
Neyi anlatacak dağın başında duyulan ses, neyi görecek insan, akledip,
   nakledip acıyı Sedirler’de bir feylesof yine Sedirler’de
Başka bir feylesofa, bu Moğol, bu putperest gölge, bu ışık,
   bu nesnenin bilinçteki görüntüsü, sarıdan yeşile, yeşilden sarıya,
Rübab-ı Şikeste, dünyanın yoksul fısıltısı, gececi alnacımda,
   Akif gibi duy, Akif gibi yaz, Akif gibi ol ya da olma,
Ne bir elma büyür artık ısırılacak, dünyanın gecesi gibi yeni bir dünya,
   ne kireçlenir kalb, Ankara sokakları sensiz bomboş kalacak
Çünkü taştan burada her şey, taş ve kumdan, ya taş
   ya kurşun: Malcolm X’i anmayı asla unutma


Taşla köpeklerini bedenin ve ruhun, düşüncenin ve duygunun,
   bir Moğol öldü, kapılar sertçe kapandı, gök maviliğinden
Yer çoraklığından bir şey yitirmedi daha, kan hiç bir acıyı okşamadı,
   kan! Bıçağın ucunda, bu çocuklar, bu kız çocukları, oğlanlar, anneli
Babalı, semirgen, akıl semirmiyorsa aralarında, otların bir çınar
   dibindeki uykusuna benzer, karıncaların karıncalara “emek dua”sı,
Şiir de bir dua mı? Seküler bir dua? Fırla!
   fırladın denebilirse karanlığa…

Macarın Hüzün Türküsü

Bakırcılar çarşısında Molla Hünkar
Kösedağ’da savaştığımız Moğollar
Nerede şimdi nerede şimdi
Her yer kış, kümbetleri kaplamış kar

Nerede şimdi nerede şimdi
Aklın kıyılarını döven toplar


Sidretü’l Münteha! Asya, Avrupa, Afrika… Akdeniz’in kıyısında bir atlı,
   Şimdi bu atlı nereye bakar? Büyüyen, bir kavga şiiri, kumda,
Toynaklarında atın, köpükleri denizin kimi kavrar?

Sidretü’l Münteha! Geç öteye, öteye geç ve savaş kararlılıkla, sürdür
   savaşı, içimizdeki karanlık, içimizdeki tenha duygularla, kabart
Kaba ellerinle tarihin toprağını, çapala dibini fidelerin, balkonlara kirli
   çamaşırlar as, ruh barbardır hep, kır dallarını bu cadı ağacının, Gül’e
Muzip bir gülücük at!


Muzip Bir Gülücük At Çölde

İnsan kalbine bir serin baksın
Çapulu çünkü çölün epey zorlu
Bu serap esmer yüzde seyirmeler
Yırtılırken tanyeri, tam böğründen
Bir atın boşanan kan gibi
Kumlarda boğulmayı kim ister?

Kumlarda boğulmayı kim ister?
Bir akrepse ılgarıyla yalnızlık
Çölün sesleriyle avunmak
Bırakıp küçük bitki saplarının
Kururken benze, kırılırken geceye
Kesildiği yerden başlar
Bavulumda ben ve yarpuz
Çöl denen macera meğer

Çöl denen macera meğer
Kabuk bağlamış bir yaranın
Yeniden kabuk bağlamasıdır
Acı, toprak gibi kollarını sıvar
İnsan toprakla korkusuzsa
Tan vakti şiir kalbin kınasıdır



Bu Avrupa işte!

Çiğne ve yutmadan tükür etini tarihin çöplüğüne!

Atlılar, 2001

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder