Bir Afrika’dan geçtim genişleyerek boğan bir karanlık
gece gibi
yürek soğurken,
ter soğurken teninde,
Asya soluyordu belki o zamanlar, bir salkım söğüdün
gölgesi, ayışığı,
evlere, kireç
badanalı kerpiç duvarlara yaslanan ihtiyar akıl,
Avrupa, ah Avrupa, Berger’ın mayıs böcekleri, yakındık
öyle,
bazen çok uzak
Kars bazen Edirne bazen Urfa
“Dünyanın Gecesi” diye fısıldadı biri, “bulunduğumuz
enlem ve boylam”,
coğrafya
ezberime bir çentik atar gibi, bir cevap,
Bir bıçak ekmek keserkenki, adam öldürürken bir katil,
bir soru,
dili ayıran
ikiye, dünyanın orta yeri, hocam Tusi’nin gözleri,
Konya’da bu akşam bozkır sisi, bir hayalet, bir Moğol öldürüldü,
demir kapıların
kapanışı ağır, sarı soğuk parıltısı pasın,
Sürgü sesleri, tempus
modernus dergileri, bej bir kapak, italik Moğol,
dağınık
sayfaları, Sartre, Heidegger’i kim okuyor,
Sartre, Heidegger’i kim okuyor, sanki Sadreddin Konevi,
hayalet evlere,
çarpık,
yıkılacak gibi evlere çarparak, bilerek vakti soluklandım,
Bir bardak soğuk su içtim, vakit gecenin ikisi, sabaha
çok varken,
çok varken ölüm,
anneannem ölürken, telefona bakarken
kardeşim,
Dağılarak içimizde kum, toplanarak bir kavga şiiri,
yoğunlaşan sis,
“dünyanın
fısıltısı” dedim, “bak akıl şimdi kendine geldi”
Nihavent curcuna
Durduk durduk durduk
Yaz altın gemileriyle
Kış hırçın fırtınalarıyla
Durduk durduk durduk
Karluklar Naymanlar
Biz durduk biz durduk
Portekiz gemileri Aden’de
Biz durduk biz durduk
Moğollar bu kez gelmedi
Oğuzlar Dokuz Oğuzlar
Eşi görülmedik yağma
Biz durduk biz durduk
Mısır’ın püskülleri Nil midir
Nemçe illeri kan mıdır kil midir
Nazlı Budin ne çabuk düştü
Biz ne çabuk durduk
Bize vuran el midir
Durduk durduk durduk
Tarihin çekülü aklı değil
Biz durduk biz durduk
Irmağın suyu balığı
Çölün çakılı değil
Biz durduk biz durduk
Ölüm, o büyük esrikliğin eski ve eksik halkı, bir hayalet, boynunda
mor bıçak
izleri, düşmanın bilediği bıçaklar, ekmek keserken,
Yemek yerken, konuşurken, uyurken, gezerken, düşmanken
kent,
yağmuru bile taksitle
yağan memurlar kenti, sis, Londra,
“Başladığım yerde son”, derse ve diyor ki Eliot,
“başladığım yer
hüzün” diyen kim
korkusuzca, dönen, dön! dön! dön!
Kavga, yar, hüzün… Asya soluyordu günlerdir, gece, sis,
dağlar,
bir Moğol
öldürüldü, bakırcılar çarşısında telaş, kapalı kepenkler,
Çaşıt his, “tin kemiktir”, parlak aşık kemiği mezarlıkta,
çaşıt say
kendini bizim
aramızda, çeşidi çok tezgahı çerçinin, Berlin, Londra,
İtalik diz, diz kanarsa kelimelerin körpe, nihavent peri,
ürper,
eridikçe
kemikleri bir romancının, hasta gözleri, sarı, ufak, yuvarlak,
Şimdi bir intihar say, bir anahtar gibi dön kilitte, ey
kokuşmuş dünya,
(böylece unut)
ey dünya unut
ama, bir Moğol öldürüldü, Alaaddin’in elleri kanlı,
Bir Afrika’dan geçti Muhyiddin Arabi, üvey kılarak kenti,
Şam,
ne yakın bize
milat artık, ne uzak Malatya, Şam! Bir Asya say sağdan,
İblise Göre İncil,
Sadettin Köpek’e göre Ahi Evren, muti ve muhkem,
tarihin tersine
taranmış tüyleri, çünkü “kemik tindir”, bir Avrupa,
Gebe karın, lohusa soluk, mitolojik rahibe, hayalet, Rilke, sarı siluet…
(böylece umut)
Sarı Vezirin Savruk Düşünceleri
Biraderimin son oyunu bu mu
Halkı arıklaştıran bu kavga
Neyin kavgası
Tarih dediğin faili meçhul cinayet
Özümüzden aldığı diyet
Portakal muz limon
Bir şapka ki melon
İçi boş bir cübbe
Görünen görünmeyen
Bakalım yerinde mi yeşil kubbe
Tırmandığımız meşe ağacı çocukken
Dön! Dön! Dön! Dönelim, dönelim, dönelim, dilimizde
tekrarın incileri,
ey İsmet ey! Eve
dönelim, evde bir Moğol köpeği, Tiyanşan’da,
Sarı Bilinç, özel bir mission
dialectisante örneği, Bilinç Sarı, inkısar,
sakalları,
kentin sis, sarı duman, sigara dumanı, sigara sarı…
Ölüm, o büyük esrikliğin eski ve eksik halkı, çağır beni,
çağır, çağ…
içimde çoğalan
ur, “the earth was created…”, salkım söğütler,
Onların gölgesi çağırıyordu beni, “savaşı kararlı bir
şekilde sürdür”,
Blanchot’ın
önemsiz bir cümlesi, önemsiz bir cümlemiz,
Sis, hayaletlerin sarı, kent, didindik, çırpındık ve
Karadeniz,
karaderili
kaderimiz…
Sarı Vezirin Çağrısı
Dön dön dön
Biraderim dön bana
Ko, yüzünü göreyim
Ko, derdini bileyim
Açalım aklın pencerelerini
Ruhumuz havalansın biraz
Açalım kapılarını tarihin
Bir lokma ekmek
Bir fıçı şarap verip
Aşk denen şamana
Dönelim dönelim dönelim
İşte şurda Şems şurda Mevlana!
Bir sessizlik yok, sürünerek, toprağa ve göğe dokunarak,
konuşan
kim kimle, gece
çöksün isterdik, ırmağın ağzında, bu harabe evlerde,
Konuşsun isterdik, bir kez bizimle, gece unutsun
evladını,
kin, sakız
çiğnesin, umursamazlığı bedenin, kaygan ve yassı,
Taşlar nasıl da parlıyor bak ayışığıyla mezarlıkta,
beden, kirli beden,
sular akıyor mu,
kopuk düğmeyi nasıl dikeyim bu gömleğe,
Bir sessizlik yok, bir anlaşma hiç olmadı, kan ama
durmadan aktı,
aramızda kan,
kavakların hışırtısı, ırmağın ağzı, deniz, dağ,
Anlaşma? Walt Whitman’ın Amerikan çimenleri, Ezra’nın Çin
ideogramları
arasında serin bir anlaşma? Serin?
Kalbin kalble tokuşmasına benzer bir ses çıkarmalı
taşlar,
sessizlik, hep
söylenir ya, bir zar gibi yırtılmalı, yırt! yırt!
Düz, flotal bir aynada görünen, düz, flotal bir zihinde
ışık, ayışığı
bu harabe evlerde,
kendimizle, baş başa, kılıcımız yok, arzu zaten
Bütün kelimelerle oynayan, dağ, deniz, kent, hayvan, ip,
uçurtma,
geceyle oynayan,
bir tabanca, bir iğne, bir kitap, bir mektup,
Kan, durmadan akan, zihne ne bulaşır, tarihin şuh
kahkahaları,
bu kadınlar, bu erkekler,
bu çocuklar, bu çiçekçiler, bu terziler,
Bu manavlar demek ki manav değil, bu kireç yanmaz, bu
Ankara,
bu keçi yüz, bu
eti bisküvileri, bu arzunun hıçkırıkları, saç kıran,
Bit ezen varlık, sessizlik şimdi, her zamankinden fazla,
öyle olmalı,
kalbin kalble
kokuşması bu evler, ifrit yuvaları, nefret büyür,
Öyle olmalı okunmuyorsa eğer altı çizilmiş satırlar,
italik diz, hülya,
boş gardroplara,
dolaplara, raflara, masalara, bardaklara sığmayan,
Aklı çiz bu satırlara, kanat, çamurlansın suratı seni
bekleyenlerin,
anlaşma? Bu
kadınlar, bu erkekler, bu çocuklar, bunlar ve bunlar
“By the assistance of the sun”, Kızılderili çadırları,
sarı gök, yırt! yırt!
kır, kanat
burnunu dünyanın, bir zamanlar var olan, bir zamanlar
Sessizlik, anlaşma, kalbin kalbe dokunuşu, dokunma, dokun dostuna,
okunmuyor ne
kötü! Ne öykü, ne şiir, ne roman, ne resim, ama
Babamın bir hatırası kolumdaki Citizen saat, annemin
duası, bedduası,
cızırtılı bir
ses telefonda, iyiyim, iyi, herkes ne kadar iyi, ağaçlar,
Deniz, vapur düdükleri, martı sesleri, sessizlikleri, o
solgun halkla,
İstanbul nasıl
yakışırdı desek bu Macar soysuza,
Bir kafede şimdi, karşı cinsten bir şairle, karşı bir
Derrida, hep karşıda,
herkes karşıda, bir zamanlar diyebilmek şimdi, geçmiş
kip,
Bazen menfi, bazen muzari, kavga, içten sürüp gelen bir
kavga, kopuk
Bir gömlek
düğmesi, sular akıyor mu üç numara? Bilek kalınlığında
Bir oluktan akıyor kan, aynı oluktan dua, beddua…
Arayış Türküsü –beş dakika ara-
Neyi arıyorsan bulacaksın onu
Aradığın ekmek mi etin ekmektir sana
Aradığın şarapsa kanın şarap olur
Kadın şarap olur dudaklarında
Ancak ölümü hiç arama
O seni nasılsa bulur
Ben bir Macar’ım, kavmime ait bazı sırları ancak yağmur
yağarken,
tiril tiril,
güzelim yağmur yağarken hatırlarım, bir Fransız’a, ılık
Kan, bak işte kan ılık, bir ceza sömürgesi içimin ürkek aksiliği,
çok sabah uyandı
bende oysa, çok çocuk utandım, kan akıyordu,
İşte! İşte bu hayret duygusu, bu elma, bu şeytan
uçurtması, bu çiçek,
serinlik değil
Afrika, unutulmuş bir hatıra, her şey unutulmuşluğa,
Sen unutulmuşluğa inan, kalbin kalble tokuşması, inan ama
anlaşma!
kalbin çünkü
kalbe, taşın taşa, kağıdın kaleme geç kalışı, geç ayrılığa,
Bir adam gerekse bir ayrılığa ölümü az sayma, Afrika,
Asya, Afrika,
bir kavga bu,
içten sürüp gelen bir savaş, merkez ya da taşra,
Işık, biraz daha ışık veya karanlık sonsuza dek, tarihin
katmanlarına,
Amak-ı Hayal’e
dek ve işte Sidretü’l Münteha! O som, o saf bazalt
Duvarları kelimelerin, hafızan, hayalin, düşüncen, duy
işte duygun!
alnınla kara,
kalbinle kara: bir umut yetmez ki bir çıdama!
Sessizlik olmadı hiç, bıçak kesmedi bileği, gömlek
düğmeye yakışmadı,
bu ayrılık bu
Macar’a, bu sarkıt, bu mağara, bu hüsran, bu macera,
Neyi anlatacak dağın başında duyulan ses, neyi görecek
insan, akledip,
nakledip acıyı
Sedirler’de bir feylesof yine Sedirler’de
Başka bir feylesofa, bu Moğol, bu putperest gölge, bu
ışık,
bu nesnenin
bilinçteki görüntüsü, sarıdan yeşile, yeşilden sarıya,
Rübab-ı Şikeste, dünyanın yoksul fısıltısı, gececi
alnacımda,
Akif gibi duy,
Akif gibi yaz, Akif gibi ol ya da olma,
Ne bir elma büyür artık ısırılacak, dünyanın gecesi gibi
yeni bir dünya,
ne kireçlenir
kalb, Ankara sokakları sensiz bomboş kalacak
Çünkü taştan burada her şey, taş ve kumdan, ya taş
ya kurşun:
Malcolm X’i anmayı asla unutma
Taşla köpeklerini bedenin ve ruhun, düşüncenin ve
duygunun,
bir Moğol öldü,
kapılar sertçe kapandı, gök maviliğinden
Yer çoraklığından bir şey yitirmedi daha, kan hiç bir
acıyı okşamadı,
kan! Bıçağın ucunda,
bu çocuklar, bu kız çocukları, oğlanlar, anneli
Babalı, semirgen, akıl semirmiyorsa aralarında, otların
bir çınar
dibindeki uykusuna
benzer, karıncaların karıncalara “emek dua”sı,
Şiir de bir dua mı? Seküler bir dua? Fırla!
fırladın denebilirse
karanlığa…
Macarın Hüzün Türküsü
Bakırcılar çarşısında Molla Hünkar
Kösedağ’da savaştığımız Moğollar
Nerede şimdi nerede şimdi
Her yer kış, kümbetleri kaplamış kar
Nerede şimdi nerede şimdi
Aklın kıyılarını döven toplar
Sidretü’l Münteha! Asya, Avrupa, Afrika… Akdeniz’in
kıyısında bir atlı,
Şimdi bu atlı
nereye bakar? Büyüyen, bir kavga şiiri, kumda,
Toynaklarında atın, köpükleri denizin kimi kavrar?
Sidretü’l Münteha! Geç öteye, öteye geç ve savaş
kararlılıkla, sürdür
savaşı,
içimizdeki karanlık, içimizdeki tenha duygularla, kabart
Kaba ellerinle tarihin toprağını, çapala dibini
fidelerin, balkonlara kirli
çamaşırlar as,
ruh barbardır hep, kır dallarını bu cadı
ağacının, Gül’e
Muzip bir gülücük at!
Muzip Bir Gülücük At Çölde
İnsan kalbine bir serin baksın
Çapulu çünkü çölün epey zorlu
Bu serap esmer yüzde seyirmeler
Yırtılırken tanyeri, tam böğründen
Bir atın boşanan kan gibi
Kumlarda boğulmayı kim ister?
Kumlarda boğulmayı kim ister?
Bir akrepse ılgarıyla yalnızlık
Çölün sesleriyle avunmak
Bırakıp küçük bitki saplarının
Kururken benze, kırılırken geceye
Kesildiği yerden başlar
Bavulumda ben ve yarpuz
Çöl denen macera meğer
Çöl denen macera meğer
Kabuk bağlamış bir yaranın
Yeniden kabuk bağlamasıdır
Acı, toprak gibi kollarını sıvar
İnsan toprakla korkusuzsa
Tan vakti şiir kalbin kınasıdır
Bu Avrupa işte!
Çiğne ve yutmadan tükür etini tarihin çöplüğüne!
Atlılar, 2001
Atlılar, 2001
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder