7 Ekim 2013 Pazartesi

Şüpheciliğin hakkından gelmek mümkün mü?

Alman filozof Immanuel Kant’ın meşhur üç “eleştiri”siyle birlikte modern felsefede handiyse “ilk felsefe” mertebesine yükselmiştir epistemoloji. 20. yüzyıldaki ortaya çıkan birçok felsefi ekolün, özellikle varoluş felsefelerinin öncelikle epistemolojiye tanınan bu rüçhaniyeti ortadan kaldırmakla işe başladıklarını biliyoruz.
Epistemoloji, neyi nasıl bilebileceğimize dair geliştirilen felsefi fikirlerin toplamına verilmiş bir isim.
“Herhangi bir şeyi kesin olarak bilebilir miyiz?” sorusunu “Evet bilebiliriz” diye cevaplayanlar ile bu soruya olumsuz cevap vererek “kesin bilgi”ye asla kavuşamayacağımızı ileri sürenler, yani “dogmatikler” ile “şüpheciler” epistemolojik yaklaşımların iki temel unsurudur. Haddi zatında bilgi kuramı -ya da epistemoloji- bu iki uç arasında süren büyük bir çekişmedir. 
Bazı dogmatikler kesinliği duyuların yargılarında aradılar. Onlara göre, insan zihni boş bir levhadır ve duyuları bu levha üzerin işledikleri bilgilerimizin kaynağını oluşturur. Bunlara karşı şüpheciler ise duyuların kesin bilgi için ne güvenilir ne de yeterli bir temel olduğu itirazını getirirler. Diğer dogmatikler ise kesinliği salt aklın yargılarında aradılar. Bunlara karşı ise şüpheciler rasyonel apaçıklığın doğruluğun garantisi olmasına itiraz ettiler. Empiristler ile rasyonalistler arasında da bir iç çekişme vardır. Onlar hem şüphecilerin itirazlarını izale etmeye hem de birbirlerini alt etmeye uğraşırlar.
Sağduyulu şüpheci!
Yirminci yüzyılda epistemoloji ve siyaset teorisinde yazdığı eserlerle “eleştirel akılcılık” denebilecek bir felsefi yaklaşımı ortaya koymuş Karl Raimund Popper’in öğrencisi Alan Musgrave; Sağduyu, Bilim ve Şüphecilik’i söz konusu çekişmeyi felsefe tarihini temel alarak inceleyen giriş niteliğinde bir kitap olarak yazmış. Musgrave, felsefi meşrep olarak esas itibariyle, şüphecilerin tarafında olmakla birlikte felsefecilerin şüpheciliğin hakkından gelme arzusuyla çoğu kez idealist ya da realizm-karşıtı yapıda öğretiler geliştirdiklerini göstermeye çalışıyor kitabında. Musgrave’e göre şüphecilik böyle öğretilere karşı çıkarak sağduyu ve bilim tarafında yer alır.
Felsefe tarihini baştan sona kuşatan bu çekişmeyi incelemek felsefi bilgiye yaklaşımdaki farklılıkların, sadece felsefi anlayışlar arasındaki farklılıklara katkısını ortaya çıkarmaz elbette; bunun yanı sıra felsefe, bilim ve gündelik hayatla ilgili tutumlarımızda da bilgi ve bilgi edinme süreçlerine dair takındığımız tavırların etkisini açığa vurur.
Musgrave şüphecilikten hareket 
ederek Popperyan görüşe ulaşır: Yanlışlanabilircilik ya da eleştirel rasyonalizm. Şüphecilerin iddia ettikleri gibi, çok az kesin bilgimiz olsa veya hiç olmasa da, çok sayıda tahmini bilgiye sahip olabiliriz ve sahibiz de. Bu üçüncü görüş, Musgrave açısından, algıya ilişkin, bilime ilişkin ve doğruluğun doğasına ilişkin
tavizsiz bir realizmi bünyesinde taşır. Alan Musgrave, kitabının önsözünde açıkça Popperyen bir tutum aldığını söylüyor ve şüphesiz Popper’ın bu görüşlere katılması da gerekmiyor!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder