eçtiğimiz haftalarda Anayasa Mahkemesi’nin iptal ederek yok hükmünde
sayılmasını karara bağladığı Anayasa değişiklikleri paketinin TBMM’de
büyük bir oy çokluğuyla kabul edildiği günlerde bir grup başörtülü
kadının kaleme aldığı ‘Söz Konusu Özgürlükse Hiçbir şey Teferruat
Değildir’ manifestosu bütün dikkatleri yine özgürlükler konusuna
çevirmişti.
Bildiride başörtülü kadınların asıl sorununun sırf ‘başörtüsü’
olmadığı, sorunun insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine,
düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde bulan yasakçı zihniyet
olduğu vurgulanıyordu.
Bu yasakçı zihniyetin varolabilmesini mümkün kılan da bizatihi bu
zihniyeti hayatın farklı kertelerinde içselleştiren ne idüğü belirsiz
bir ‘biz’di, bu biz insanların özdeşleşme ihtiyaçlarını giderdikleri bir
süper ego olarak devlete alan açan bir işlev görüyordu. Türkiye’deki
çok parçalı siyasal algılar ve egemenlik sürecinde pekálá devlet Kürt
vatandaşlarına karşı Türk, Alevilere karşı Sünni, Müslümanlara karşı
Ermeni, Ermenilere karşı Müslüman bir siyasi kimlikle hareket
edebiliyor; bu hareketi esnasında da toplumun belirli bir ‘kesim’inden
destek bulabiliyordu. Sözünü ettiğimiz manifestoyu kaleme alan Neslihan
Akbulut, Hilal Kaplan ve Havva Yılmaz’ın başörtülülerin hem kendileri
hem de ‘diğerleri’ için sürdürdükleri özgürlük mücadelesinin bazı
kesitlerini kalbi kırık hikáyeler eşliğinde okura aktaran bir kitap
‘Henüz Özgür Olmadık.’
Kalbi kırık hikáyeler
Zaman zaman Türkiye’de devlet kurumu ile toplum arasındaki ilişkilere
dair siyasal çözümlemeler, zaman zaman başörtülü üniversite
öğrencilerinin Türk üniversitelerinde verdikleri okuma mücadelesinde
karşılaştıkları sorunlar mektup formunda dile getirilmiş. Birinci
bölümde başörtülü genç kızların yasakla yüz yüze kaldıkları andan
itibaren yaşadıkları kısa kısa, onların kalemlerinden yazıya dökülüyor.
Kişisel tanıklıkların dile getirildiği ‘Başı açık kalbi kırık hikayeler’
adlı bu bölümde yer alan her mektup ortaklaşa bir acının farklı
şekillerde tezahür edişine tanık olmamızı sağlıyor.
İkinci bölüm, 1980’lerin başından itibaren üniversitelerdeki
başörtüsü yasağı uygulanırken farklı kişi ve kurumların benimsediği
basmakalıp söylem ve düşünceleri çözümleyen, onların tutarlılıklarını
sorgulayan ve ilk bölümdeki tanıklıklara nazaran daha teorik
diyebileceğimiz bir bakış açısıyla yazılmış.
Üçüncü bölüm ise farklı kimlik kategorilerine ait kişilerin
başörtülülere ilişkin duygu, deneyim ve çelişkilerini aktardığı
öykülerden oluşturulmuş.
Bu ülkede başörtüsü etrafında yaklaşık çeyrek asırdır sürdürülen
siyasal-dini tartışmaların, ülkede egemen yasakçı zihniyetin neyi nasıl
istediği, toplumu hangi kulvarda hangi kisve altında görmeyi dilediği,
hak ve özgürlükleri, adalet ve dayanışmayı nasıl çarpıttığını gösteren
bir turnusol káğıdı hüviyeti taşıdığını tekrar vurgulamamıza imkán
tanıyan bir kitap, ‘Henüz Özgür Olmadık.’
Başkası için de özgürlük
Özgürlüğün sadece kendimiz için değil, başkaları için de istenebilir
bir şey olduğunu, çünkü beşeri varoluşun bütün zeminlerinde bu
‘özgürlük’ duygusunun yattığını göstermeleri sebebiyle mağdur
edilmişlerin, zulme uğramışların, özgürlüklerinden yoksun
bırakılmışların, dışlanmışların, ketlenmişlerin sesinin kuvvetlenmesine,
daha gür ve gümrah bir biçimde herkes için hemen özgürlük çağrısının
daha emin bir biçimde tekrarlanmasına vesile oldular. Elbette henüz
özgür olmadığımızın bilinci içinde, bir gün özgür olabileceğimiz umudunu
da taşıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder