10 Ekim 2013 Perşembe

ÖZGÜRLÜK MÜFREDATINA ESASLI BİR KATKI

eçtiğimiz haftalarda Anayasa Mahkemesi’nin iptal ederek yok hükmünde sayılmasını karara bağladığı Anayasa değişiklikleri paketinin TBMM’de büyük bir oy çokluğuyla kabul edildiği günlerde bir grup başörtülü kadının kaleme aldığı ‘Söz Konusu Özgürlükse Hiçbir şey Teferruat Değildir’ manifestosu bütün dikkatleri yine özgürlükler konusuna çevirmişti.
Bildiride başörtülü kadınların asıl sorununun sırf ‘başörtüsü’ olmadığı, sorunun insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde bulan yasakçı zihniyet olduğu vurgulanıyordu.
Bu yasakçı zihniyetin varolabilmesini mümkün kılan da bizatihi bu zihniyeti hayatın farklı kertelerinde içselleştiren ne idüğü belirsiz bir ‘biz’di, bu biz insanların özdeşleşme ihtiyaçlarını giderdikleri bir süper ego olarak devlete alan açan bir işlev görüyordu. Türkiye’deki çok parçalı siyasal algılar ve egemenlik sürecinde pekálá devlet Kürt vatandaşlarına karşı Türk, Alevilere karşı Sünni, Müslümanlara karşı Ermeni, Ermenilere karşı Müslüman bir siyasi kimlikle hareket edebiliyor; bu hareketi esnasında da toplumun belirli bir ‘kesim’inden destek bulabiliyordu. Sözünü ettiğimiz manifestoyu kaleme alan Neslihan Akbulut, Hilal Kaplan ve Havva Yılmaz’ın başörtülülerin hem kendileri hem de ‘diğerleri’ için sürdürdükleri özgürlük mücadelesinin bazı kesitlerini kalbi kırık hikáyeler eşliğinde okura aktaran bir kitap ‘Henüz Özgür Olmadık.’
Kalbi kırık hikáyeler
Zaman zaman Türkiye’de devlet kurumu ile toplum arasındaki ilişkilere dair siyasal çözümlemeler, zaman zaman başörtülü üniversite öğrencilerinin Türk üniversitelerinde verdikleri okuma mücadelesinde karşılaştıkları sorunlar mektup formunda dile getirilmiş. Birinci bölümde başörtülü genç kızların yasakla yüz yüze kaldıkları andan itibaren yaşadıkları kısa kısa, onların kalemlerinden yazıya dökülüyor. Kişisel tanıklıkların dile getirildiği ‘Başı açık kalbi kırık hikayeler’ adlı bu bölümde yer alan her mektup ortaklaşa bir acının farklı şekillerde tezahür edişine tanık olmamızı sağlıyor.
İkinci bölüm, 1980’lerin başından itibaren üniversitelerdeki başörtüsü yasağı uygulanırken farklı kişi ve kurumların benimsediği basmakalıp söylem ve düşünceleri çözümleyen, onların tutarlılıklarını sorgulayan ve ilk bölümdeki tanıklıklara nazaran daha teorik diyebileceğimiz bir bakış açısıyla yazılmış.
Üçüncü bölüm ise farklı kimlik kategorilerine ait kişilerin başörtülülere ilişkin duygu, deneyim ve çelişkilerini aktardığı öykülerden oluşturulmuş.
Bu ülkede başörtüsü etrafında yaklaşık çeyrek asırdır sürdürülen siyasal-dini tartışmaların, ülkede egemen yasakçı zihniyetin neyi nasıl istediği, toplumu hangi kulvarda hangi kisve altında görmeyi dilediği, hak ve özgürlükleri, adalet ve dayanışmayı nasıl çarpıttığını gösteren bir turnusol káğıdı hüviyeti taşıdığını tekrar vurgulamamıza imkán tanıyan bir kitap, ‘Henüz Özgür Olmadık.’
Başkası için de özgürlük
Özgürlüğün sadece kendimiz için değil, başkaları için de istenebilir bir şey olduğunu, çünkü beşeri varoluşun bütün zeminlerinde bu ‘özgürlük’ duygusunun yattığını göstermeleri sebebiyle mağdur edilmişlerin, zulme uğramışların, özgürlüklerinden yoksun bırakılmışların, dışlanmışların, ketlenmişlerin sesinin kuvvetlenmesine, daha gür ve gümrah bir biçimde herkes için hemen özgürlük çağrısının daha emin bir biçimde tekrarlanmasına vesile oldular. Elbette henüz özgür olmadığımızın bilinci içinde, bir gün özgür olabileceğimiz umudunu da taşıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder