Edmund Husserl’in kurduğu fenomenolojik düşünüşün en gözde
öğrencisiyken hocasını sükut-u hayale uğratarak nihayetinde Batı tarzı felsefe
yapmanın temellerini sorgulayan, insan varoluşunun anlamından bizatihi varlık
sorusuna felsefenin büyük sorularını yeniden ve bu kez önceki hallerine zıt bir
biçimde tekrar sormamıza imkan tanıyan bir düşünür Martin Heidegger. 1926’da
uzunca bir makale olarak Husserl’in yayınladığı felsefe derlemesinin eki olarak
gün yüzüne çıkan Varlık ve Zaman yirminci yüzyıldaki felsefe tartışmalarının merkezi
eseri olurken Heidegger’in bu eserinin ardından yürüdüğü patikalar da birçok
araştırmaya konu oldu.
Varlık ve Zaman’da vücud bulan düşünmesiyle Heidegger,
yirminci yüzyıl felsefesi ve kültürü üzerinde kalıcı etkilere yol açtı. Jean-Paul
Sartre’ın felsefe ve edebiyatında, Albert Camus’nün romanlarında, Gadamer’in
felsefi hermenötiğinde,Derrida’nın yapıbozumcu polemiklerinde ve hatta
Levinas’in “ilk felsefe olarak etik” anlayışında Heidegger’le anlamlandırılan
düşünce hareketinin etki ve katkıları büyüktür. Sadece düşünceleriyle değil
“dönüş”ler (“kehre”) içeren düşünce hareketleriyle de bütün bir 20. yüzyıl
düşüncesini ismiyle damgalamayı başarır.
Heidegger gerek felsefe tarihinin bazı önemli pasajları ve
metinleriyle ilgili tematik okumaları, gerek fikri dayanakları, gerek eleştirileri
ve gerekse tartışmalarıyla Sokrates öncesi filozoflardan Platon ve
Aristotelese, Descartes, Kant, Leibniz, Hegel, Schelling, Nietzsche, Brentano,
Lotze, Natorp, Lask, Rickert, Dilthey ve Husserl’e uzanan bir yörüngede zikzaklar
çizer. Batı felsefesinin Grek başlangıçlarının Latinleştirilmesine yönelttiği köklü
genel eleştirisine rağmen Heidegger, Orta Çağda Augustinus, Thomas ve Luther
düşüncesine ve bilhassa Meister Eckhart’ın "gelâzenheit" kavramına büyük
önem vermiştir.
Felsefesinin anlam alanına giren bu Orta Çağ sükûnet
terminolojisini aşacak şekilde Heidegger Olmaya Bırakılmışlık kavramını,
Heraklitçi etken, hareket edici anlamında "yakınlaşan yakınlık" (agchibasíe) ile birleştirir. Özneyi aşan, hitap
ettiği insanı gizlenmemişlik sayesinde ait ve açık kılan varlığın anlamına
"dönüş" hareketi ve metafizikçi tasavvurdan uzak bir başka başlangıç
ile Heidegger, varlığa yakınlığı hatırlatır; şiirleyen düşünmeyi, düşünen şiire
vardırır. 1955’te ünlü komponist Conradin Kreutzer’e adanan ve bir söyleşiden
ibaret Olmaya-Bırakılmışlık metni, hesaplayan, nesneyi öznenin önüne koyan,
yani tasavvur eden düşünmenin 20. yüzyıldaki biricikliğine karşı bu düşünmeden
kurtulup salıver(il)meyi vurgular. Bu vurguların yansıması olarak Heidegger’in
Almancaya yabancı neologizmleriyse metinlerine ilişkin çeviri güçlüklerinin
yanı sıra, hiç hesaplanamayacak tedailere de yol açar.
Martin
Heidegger’in yürüdüğü patikalardan belki de en sofuca olanını temsil ettiği
düşünülebilir “gelâzenheit” kavramı etrafında yürüttüğü teemmül, fakat olmaya
bırakılmışlığın ima ettiği hakikate açıklık “neden ilkesi”yle düşünmeye
alıştırılmış zihinlere hep Angelius Silesius’un o ünlü dizelerini de hatırlatır:
“Gül açar çünkü açar/Ne gözetir kendini, ne görülmeyi arzular.” Heidegger’in
düşüncelerindeki mistik yönelimleri irdelemek için mükemmel bir başlangıçtır bu
kavram ve onun etrafında yapılan söyleşi. Açık Görüş-Star
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder