7 Ekim 2013 Pazartesi

OLMAYA BIRAKILMIŞLIK



Edmund Husserl’in kurduğu fenomenolojik düşünüşün en gözde öğrencisiyken hocasını sükut-u hayale uğratarak nihayetinde Batı tarzı felsefe yapmanın temellerini sorgulayan, insan varoluşunun anlamından bizatihi varlık sorusuna felsefenin büyük sorularını yeniden ve bu kez önceki hallerine zıt bir biçimde tekrar sormamıza imkan tanıyan bir düşünür Martin Heidegger. 1926’da uzunca bir makale olarak Husserl’in yayınladığı felsefe derlemesinin eki olarak gün yüzüne çıkan Varlık ve Zaman yirminci yüzyıldaki felsefe tartışmalarının merkezi eseri olurken Heidegger’in bu eserinin ardından yürüdüğü patikalar da birçok araştırmaya konu oldu.
Varlık ve Zaman’da vücud bulan düşünmesiyle Heidegger, yirminci yüzyıl felsefesi ve kültürü üzerinde kalıcı etkilere yol açtı. Jean-Paul Sartre’ın felsefe ve edebiyatında, Albert Camus’nün romanlarında, Gadamer’in felsefi hermenötiğinde,Derrida’nın yapıbozumcu polemiklerinde ve hatta Levinas’in “ilk felsefe olarak etik” anlayışında Heidegger’le anlamlandırılan düşünce hareketinin etki ve katkıları büyüktür. Sadece düşünceleriyle değil “dönüş”ler (“kehre”) içeren düşünce hareketleriyle de bütün bir 20. yüzyıl düşüncesini ismiyle damgalamayı başarır.
Heidegger gerek felsefe tarihinin bazı önemli pasajları ve metinleriyle ilgili tematik okumaları, gerek fikri dayanakları, gerek eleştirileri ve gerekse tartışmalarıyla Sokrates öncesi filozoflardan Platon ve Aristotelese, Descartes, Kant, Leibniz, Hegel, Schelling, Nietzsche, Brentano, Lotze, Natorp, Lask, Rickert, Dilthey ve Husserl’e uzanan bir yörüngede zikzaklar çizer. Batı felsefesinin Grek başlangıçlarının Latinleştirilmesine yönelttiği köklü genel eleştirisine rağmen Heidegger, Orta Çağda Augustinus, Thomas ve Luther düşüncesine ve bilhassa Meister Eckhart’ın "gelâzenheit" kavramına büyük önem vermiştir.
Felsefesinin anlam alanına giren bu Orta Çağ sükûnet terminolojisini aşacak şekilde Heidegger Olmaya Bırakılmışlık kavramını, Heraklitçi etken, hareket edici anlamında "yakınlaşan yakınlık"  (agchibasíe) ile birleştirir. Özneyi aşan, hitap ettiği insanı gizlenmemişlik sayesinde ait ve açık kılan varlığın anlamına "dönüş" hareketi ve metafizikçi tasavvurdan uzak bir başka başlangıç ile Heidegger, varlığa yakınlığı hatırlatır; şiirleyen düşünmeyi, düşünen şiire vardırır. 1955’te ünlü komponist Conradin Kreutzer’e adanan ve bir söyleşiden ibaret Olmaya-Bırakılmışlık metni, hesaplayan, nesneyi öznenin önüne koyan, yani tasavvur eden düşünmenin 20. yüzyıldaki biricikliğine karşı bu düşünmeden kurtulup salıver(il)meyi vurgular. Bu vurguların yansıması olarak Heidegger’in Almancaya yabancı neologizmleriyse metinlerine ilişkin çeviri güçlüklerinin yanı sıra, hiç hesaplanamayacak tedailere de yol açar.
Martin Heidegger’in yürüdüğü patikalardan belki de en sofuca olanını temsil ettiği düşünülebilir “gelâzenheit” kavramı etrafında yürüttüğü teemmül, fakat olmaya bırakılmışlığın ima ettiği hakikate açıklık “neden ilkesi”yle düşünmeye alıştırılmış zihinlere hep Angelius Silesius’un o ünlü dizelerini de hatırlatır: “Gül açar çünkü açar/Ne gözetir kendini, ne görülmeyi arzular.” Heidegger’in düşüncelerindeki mistik yönelimleri irdelemek için mükemmel bir başlangıçtır bu kavram ve onun etrafında yapılan söyleşi. 
Açık Görüş-Star

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder