1986’nın güzü. Atatürk Fen Lisesi’nde ikinci sınıftayım. Hafta
sonu. Sınıf arkadaşım Fatih İşbakan, o gün Kadıköy İskelesi’ndeki gazete
bayilerinden birinde farklı bir gazeteye rast gelmiş. Her gazete bayiinde rast
gelemeyeceğiniz bir gazete: Zaman. Bundan böyle tiryakisi olabileceğim bir gazete.
Spor sayfasına yer vermeyen bir gazete. Nabi Avcı, Hüseyin Hatemi, Ali Bulaç,
D. Mehmet Doğan, Molla Kasım, M. Werner Hugo, Halil Kaleli… Çevre sayfası olan
bir gazete. Gençlik sayfası olan bir gazete. Doyurucu kültür sayfalarına yer
veren bir gazete…
...
...
Parasızdım ve Yatılıydım
Bu gazeteyle ilgili en önemli anım ise hemen 4-5 ay sonra yaşadığım bir olay. Parasız yatılı okuyorum Fen Lisesi’nde. Üstelik daimi yatılı. 1987 kışı İstanbul’da son derece
sert geçiyor. Okullar yaklaşık bir-bir buçuk ay tatil edilmiş.
İstanbullu arkadaşlar evci çıkmışlar, memleketine gitmek isteyen
öğrenciler de gitmiş. IV. Murat’ın av köşkünün olduğu araziye kurulu Fen
Lisesi’nin yurdunda kalan 3-5 kişiyiz. Cumartesi. Cebimde sadece 100
lira var. (Rakamlar örnek içindir, kesinlikle nominal değildir.) Normal
gazeteler 100 liraya satılıyor. Solcu arkadaşların okuduğu Cumhuriyet
120 lira, Zaman ise 150 lira. En pahalı gazete. Arif Hikmet’ten (Ilıkan) 50 lira borç alıyorum, Zaman
alabilmek için. Okuldan kaçıyorum. Nasıl? Marmara Üniversitesi Göztepe
Kampüsü’ne hemen bitişik okulumuzun bahçesi. Duvardan aşıp üniversitenin
bahçesine geçiyorum. Meğer hendekliymiş bu bahçe de! Belime kadar kar yığınına gömülünce anlıyorum bir hendeğin içine daldığımı. Güç bela kurtarıyorum kendimi hendekten.
Fikirtepe’de uğramadığım gazete bayii kalmıyor. Yok. Yok. Yok.
Hiçbiri satmıyor. Biri acıyor halime, başka bir bayiyi tarif ediyor.
Nihayet buluyorum orada gazetemi. Ellerim ayaklarım donuyor.
Okula dönüyorum. Sınıfa çıkıyorum. Ellerim uyuşmuş, gazetenin
sayfalarını açamıyorum bile. Ana sayfa önümde. Ağlayan bir başörtülü kız
çizimi. Üniversite önlerinde yapılan başörtüsü eylemleriyle ilgili bir
haber. O arada sınıfa İzmitli Ertan giriyor. Okulun basketbol takımında Ertan. Gazeteyi görünce alıyor, spor sayfası arıyor. Bulamıyor. ‘Ya bu ne biçim gazete!’ diyerek bırakıyor. Muzip bir gülümseme yerleşiyor yüzüme. Ses etmiyorum ancak.
Marksçı Akımlar Ne İstiyor?
Cumhuriyet gazetesi ‘İslamcı akımlar ne istiyor?’ diye bir yazı dizisi başlatmış. Benim gazetemde ise Cumhuriyet’in sayfa düzeni ve puntolarının tıpatıp aynısı bir haber yayınlanmakta gecikmiyor: ‘Markscı akımlar ne istiyor?’ İmza: Azmi Yırcalı!
Bir kezinde de o zamanlar genç, (‘O hâlâ genç
ama!’ dediğinizi duyar gibiyim) gepegenç bir gazeteci olan Hakan
Albayrak, solcu öğrencilerle birlikte gözaltına alınıp ‘içeriden’
haberler veriyor. Böyle bir gazete.
Cemil Meriç’in, Cahit Zarifoğlu’nun vefatları dolayısıyla günlerce
ayrıntılı haber ve yazı okuyabildiğim bir gazete. Bu gazeteye kadar
sadece Necip Fazıl Kısakürek’in Çile’sini ve Cinnet Mustatili’ni, bir de
İsmet Özel’in Erbain’ini elinden düşürmemiş bir tıfıldım, içine kapalı,
kolayca dert anlatamayan bir gençtim.
O yaz yayınladı (tam tarih 15 Temmuz 1987) Murat Belge’nin Yeni
Gündem’i ‘İslami Fen Liseleri’ dosyasını. Yazgülü Aldoğan’ın kaleme
aldığı bu haber-yazı içerdiği fantastik öğelerle epey güldürmüştü bizi.
Sözgelimi ‘kardan kız’ yapıp kar topuna tutan İslamcı öğrencilerin
cinsel komplekslerini böyle dışa vurduğundan bahsediyordu Yazgülü Hanım.
Gülüyorduk ‘kardan adam’ yapıp kar topuna tutan solcu erkek
öğrencilere. Acaba Yazgülü Hanım’ın yorumu onlara uygulansa onların hali
nic’olurdu? Onların cinsel yönden fetvası neydi? Zırvanın tevil
götürmeyeceğini böyle böyle çocuk aklımızla çözmeye başlıyorduk işte.
Kim Bu Deniz Gürsel?
1987 yılında kaleme aldığım bir günlükte geçen gün bir alıntıya
rastladım. Nereden almışım diye düşündüm hep onu. Otantisite ile ilgili,
buraya aktarmam ne konu bakımından ne de içerdiği anlaşılmayacak
yabancı kelimeler bakımından gerekli olmayan bir alıntı. Ama müthiş! Bu
alıntıyı yaptığım yazının sahibi Deniz Gürsel, öyle not düşmüşüm
günceme. Öyleyse bu yazının konusu da belirlendi demektir. Kimdi bu
Deniz Gürsel?
Bu kadar uzun girizgah ilkin Deniz Gürsel müstearıyla ve
‘Çevresizsiniz’ kitabıyla tanıdığım Erol Göka’ya ilişkin bir yazı yazma
arzumdan kaynaklandı. Erol abinin ilk yazısını ‘Farklı Gazete’ Zaman’dan
okuduğumun şimdilerde ayırtına varıyorum. Çevresizsiniz’den sonra da
hem müstearı hem gerçek ismiyle bir çok kitap kaleme aldı Erol abi.
Felsefeden uzmanlık alanı psikiyatriye, siyaset düşüncesinden hermenötik
ilgilere kadar çok farklı alanlarda rahatça alışılmışın dışında görüş
beyan edebilecek, size ufuk açabilecek kalibrede bir düşünür. 2008’de
Türklerin Psikolojisi kitabı dolayısıyla Türk Ocakları tarafından Ziya
Gökalp İlim Teşvik Armağanı’na layık görüldü. 2006’da Türkiye Yazarlar
Birliği tarafından yılın fikir adamı seçildi. 2009’da ise son kitabı
Türklerde Liderlik ve Fanatizm’i yayınladı. Doç. Dr. Türk düşünce
dünyasının entelektüel ilgileri bakımından bir uç beyi oldu her zaman.
Sürekli yazdı, asla yazmamazlık etmedi. Bu açıdan da son derece velud.
Sayamayacağım kadar kitabı var. 20 yılı geçiyor demek ki bu hesapça onun
yazı, makale ve eserlerini takip etme sürecim. Bütün yazdıklarını
okuduğumu söyleyemem gerçi, ama bu onların değersiz olduğu şeklinde
anlaşılmamalı. Aksine benim okuma hızım Erol abinin yazma hırsına yenik
düştü de denebilir belki. Onun bu hırsına imrenmiyor değilim öte yandan.
Keşke ben de yazabilsem!
Tezkire’nin Entelektüellerindendi
Tezkire’nin birinci kuşak entelektüellerinden, Ahmet Çiğdem’le
birlikte en önde gelen teorisyenlerinden de diyebiliriz. 1996’da, bir
Tezkire toplantısında, nasıl bir cür’et bulmuşum ki kendimde, ileri
sürdüğü düşünceleri eleştirebilmişim! Demek ki kendisinden sonra gelen
kuşağa bu düşünce cür’etini veren, bu kapıyı açan simalardan biri de o.
Kemal Sayar, Mehmet Hakan Türkçapar ve eşi Sema Göka’yla birlikte
birçok psikolojik ve psikiyatrik eser imza koymuş, Abdullah Topçuoğlu ve
Yasin Aktay’la birlikte yazdığı “Önce Söz Vardı”, son dönem Batı
felsefesinde yaşanan gelişmeleri anlaşılabilir bir dille Türk okuruna
aktaran bir kitap. Hem yalnız hem ortak eser verebilen bir kişilik bir
anlamda. Yorumlama ve sentezleme kabiliyeti en üst düzeyde. Sözgelimi
‘Milletin Organik Aydınları’ deyimi ona ait.
***
Yaygın kanaatlere prim tanımadan işin aslını astarını soruşturan,
düşünmenin kendine ait bir politikası ve ahlakı olduğunu bilen ve bu
bilinçle eser veren nadir kişilerden. Zihnimde hep öyle kaldı, öyle
kalacak, milletinin organik aydını olarak!
dunyabizim.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder