5 Ekim 2013 Cumartesi

ÇOTAKAN SERİSİNİ ALMIŞTIM

Murat Güzel: dün / kalbimde üzgün bir kuğuya rastladım / yağmur benimle son kez konuştu / erimiş balmumu gibi / bilincimin aralıklarına sızdı…
Söyleşi: Nureddin Durman/dunyabizim.com


Konya’ya her gidişimizde muhakkak yanımızda olurdu. Yanılmıyorsam 1995 yılından beri tanışıyoruz. O yıllarda böyle pür dikkat bir vaziyeti kuşanmıştı. Değişikti tabii. Adeta tabir caiz ise kendi gibiydi. Hep bir beklenti hep bir merakla bakardım yüzüne. Ne? Ne yapacak bu çocuk diye. Bir ara Düşçınarı dergisinde Mehmet Akif Kuruçay ile karşılıklı şiirler yazdılar. Yani netice itibariyle buyurun Murat Güzel sizi dinlemek istiyoruz…

1999 Konya.Soldan Sağa - Murat Kapkıner, Murat Güzel, Mikail Bayram, Nurettin Durman, Mustafa Özçelik
1999 Konya, Soldan Sağa -
Murat Kapkıner, Murat Güzel, Mikail Bayram,
Nurettin Durman, Mustafa Özçelik
Yazma eylemi sizde nasıl başladı?
Yazmaya ortaokul sıralarında başladım. Aslında roman da yazmıştım, yani roman başlangıcı. O defterleri saklayamadığıma şimdi çok üzülüyorum. Ortaokul 3’te parmak hesabıyla hece şiirleri, ama 11’lik (6+5 ve 7+4) ile 14 heceli şiirler… Niye bilmiyorum bu kalıpları önemsemişim. Ayrıca Yunus Emre ilahilerini de taklit ettiğimi hatırlıyorum.

İlk yazdığınız yazı - şiir – hikâye - roman yayınlandığında ne hissettiniz?
Ama asıl yazma serüvenim lise son ve üniversite hazırlık dönemlerine rastlar. Lise 2’den itibaren düzenli günlük tutmaya başlamıştım. Atatürk Fen Lisesi’nde okuyordum. Lise sonda ise bu anlamda ilk şiirimi yazmıştım: “Düşer başım/düşer de yana/dayanamaz ağlarım” mısralarıyla başlayan ve 250 mısradan fazla bir şiirdi. İsmi de Bob Dylan’ın şarkısının ismiyle aynıydı: “Masters of Wars.”
Murat GüzelLisede hazırlanan duvar dergisinde bu şiir askıya çıktığında çok ama çok sevinmiştim. Bu şiirin uzunluğu dolayısıyla sınıf arkadaşlarımın “Destancı Murat” lakabı taktıklarını hatırlıyorum. Bana kalırsa destansı değil, lirik bir şiirdi hâlbuki.
Kâğıt üstünde ilk şiirim Murat (Kapkıner) ağabeyin 1991 Eylül’ünde Varide dergisinde yayınlandı. Bu anlamda yazdığım ilk şiir değildi, ama o ilk şiirde aynı dergide yayınlanan 3. şiir oldu: Sin/i. Ankara’daydım o sıralar. Makine mühendisliği okuyordum ve staj için İstanbul’a gitmiştim.
1991 yılının yazı. Yeni Cami ile Mısır Çarşısı arasındaki bir çay bahçesinde yaklaşık 15 gün uğraşmıştım bu şiirle. Konya’ya döndüğümde şiiri ilk okuyan kişi Murat abi olmuştu, Varide’nin Alaaddin İşhanı’ndaki bürosunda ve hemen daktilo edelim şunu demişti. Dergiye gelip giden herkese de benim şiirimi yüksek sesle okumuştu Murat abi. Metin abiye de okumuştu!
Varide’de “Suya Gelen Adam”ı basılı haliyle gördüğümde sadece bir kıvanç hissi doldurdu içimi ve artık çevremdeki hayatın nabzının benim için daha farklı atacağını hissettim. Yolda bulduğu gazete parçalarını bile okuyan bir çocuğun o ana kadar edindiklerinin bir hâsılasıydı belki o şiir. Belki de bu dünyaya bir cevap bulma telaşı. 

 Murat Güzel, Uzak KokuÇocukluğunuzu o harika mecburiyeti anlatır mısınız?
Çocukluğum bildik çocukluklardan. Mutantan bir çıkmaz sokağın çıkmazını oluşturan beş bin metrekarelik bir bahçe, bağlar ve bağ evleri. Hem çarşıya yakın, hem uzak. 1977’de Karaman caddesinde bir trafik kazası geçirmişim. Kaza an be an hafızamda. Rahmetli dedem ile babaannemin hacdan döndükleri geceyi hatırlıyorum. Kıştı, kar vardı kapımızı açtığımızda. Kalabalıktı ortalık. Işıklı bir oyuncak tabanca getirmişlerdi bana hac hediyesi olarak. Çok sevinmiştim. Dedemin vefat ettiği günü de aynı şekilde hatırlıyorum. 1978 Aralık’ı, ama bu kez kar yok. Hava soğuk ama kar yok. Dedem için penceremizin demirlerine asılıp hüngür hüngür ağladım. 24 yıl sonra bu kez aynı şekilde babam için ağladım.
Çocukluğum o geniş bahçemizde hafta sonları babamla yan yana baharda toprak bellemek, toprağı dikime hazırlamak, sebzeler dikilince bu kez onlara su salmak vb. o zamanlar benim angarya gördüğüm, oyun vaktimden çalınmış zamanlar addettiğim uğraşlarla bezeli bir okul hayatıydı.
Kemalettin Tuğcu, Doğduğum EvSizi yazmaya veya okumaya teşvik edenler oldu mu çevrenizde?
İlkokulda bir sınıf kütüphanemiz vardı. Allah kendisinden razı olsun, uzun ömür ihsan etsin Ayfer Uysal adlı bir sınıf öğretmenimiz vardı. Bu sınıf kütüphanesinde yer alan kitapları sınıfa haftalık değiş tokuş periyotlarıyla okuturdu. Kemalettin Tuğcu’nun ünlü çocuk hikâyeleri bu kütüphane sayesinde okundu tarafımdan. Tabii, bu kütüphane hep çocuk hikâyesiyle de dolu değildi. Arada tek tük, bir daha rastlayamayacağım kitapları da okumuştum. Sözgelimi Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Erenlerin Bağından adlı bir kitapta bir araya getirdiği o muhteşem mensur şiirleri. Şimdilerde de arıyorum o kitabı, ama bulmak ne mümkün!
Fakat okuma zevkini bana ilk aşılayan babamdır her şeye karşın. 1967 yılından 1991 yılına kadar düzenli olarak her gün Tercüman gazetesi almıştı babam. Onun eve getirdiği gazeteyi okuma yazmayı söktüğümde elimden hiç ama hiç düşürmedim. Mukbil Özyörük, şimdilerin ünlü tarihçi yazarı Murat Bardakçı’nın babası İlhan Bardakçı, geçtiğimiz günlerde rahmet-i Rahman’a eren Ergun Göze, Beşir Ayvazoğlu, Yılmaz Öztuna, Taha Akyol, Ahmet Kabaklı hep bu gazeteden öğrendiğim, yazılarını okuduğum isimler.
Tarık Buğra
Tarık Buğra
Ama benim hoşuma Murat Sertoğlu’nun pehlivan tefrikaları giderdi. Bir de Tarık Buğra’nın Pazar yazıları. Küçük Ağa’nın devam romanını da Tarık Bey Tercüman gazetesinde tefrika etmişti. Onu da büyük bir zevkle takip etmiştim.
Babamın Kapu Camii karşısında Selçuklular’dan kalma Yılanlı Medrese içindeki Bit Pazarı’nda bulunan mağazasına her Cumartesi giderdim. Bugünkü gibi değildi gazete alışverişi o zaman. Yani esnaf gazete bayiine gidip gazete almazdı, aksine bisikletli motosikletli gazete müvezzileri çarşıda dolanır, esnaf da istediği gazeteyi onlardan alırdı. Bu müvezzilere abone de olabilirdiniz, sizin gazetenizi ayağınıza kadar getirirdi. Bir Cumartesi babam müvezziden kendi harçlığımla Tercüman Çocuk aldığımı fark edince Tercüman’la birlikte Tercüman Çocuk da almaya başladı. Bu çocuk dergisi de benim çizgi roman merakımın kökenini oluşturur.
O sizdeki okuma tutkusu nasıl gelişti?
Ancak ilkokul yıllarıma ait iki önemli kitap hatıram bütün bunların fevkindedir. İlki rahmetli babaanneme ait bir kitabı okula götürüp kaybetmem dolayısıyla babaannemin benimle uzunca bir süre konuşmayışıyla ilgili. El Hac Muzaffer Özak’ın İrşad kitabıydı kaybettiğim kitap.
İkincisi ise sınıf öğretmenimiz Ayfer Uysal’ın sınıf kütüphanesini zenginleştirmek maksadıyla bizden hikâye kitabı satın alıp okula getirmemizi istemesiydi. Bunu babama aktardığımda, arkadaşı Ali Ayas’a ait Milli Ülkü Kitabevi’ne beni götürdü ve “İstediğin kitabı al dükkâna dön” deyip beni orada bıraktı. Mithat Düden’in yazdığı ve Damla Yayınevi’nin bastığı on kitaplık Çotakan serisinin tamamını alıp dükkâna döndüğümde babamın yüzünün asıldığını fark ettim. Sanırım işleri kötüye gidiyordu ve benim bir kitap yerine on kitap birden almama canı sıkılmıştı fakat bana hiçbir şey söylemedi hiçbir zaman bu konuda.
Komşumuz Nebi Hoca’dan Kur’an okuma dersleri alırdık. Şükran Mahallesi Mescidi’nde ilkokul 2 veya 3’te Kur’an okumaya geçtiğimde babamın dükkân komşusu Veli amca bana verdiği sözü yerine getirdi ve beni Erkam Kitabevi’ne götürüp güzel bir Mushaf satın aldı. Bir de bu Mushaf’ın konacağı boyundan asmalı bir kılıf. O zaman dünyalar benim olmuştu.
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
Kitap okumaya beni teşvik edenler arasında dayım Mehmet Ertekin’in gayriihtiyarî katkısını da hatırlamalıyım mutlaka. Dayımın Akkise’deki (dedemlerin Konya şehir merkezine göçmeden önceki yerleşim yerleri) evinin bir odası silme kitap doluydu. Her köye gidişimizde ben bu odaya kapanır, Yavuz Bahadıroğlu’nun tarihi romanlarını hatmederdim: Sunguroğlu, Buhara Yanıyor, vs.
Memleket, Kızım Ayşe, Oğlum Osman vb. romanları da ilkokulda okumuştum. Enid Blyton’ın Afacan Beşler benzeri çocuk kitapları da o yıllarda zevkle hatmettiğim kitaplardandı. Fakat şimdi de düşündüğümde şaştığım bir noktadır: Şule Yüksel Şenler’in, Ahmed Günbay Yıldız’ların romanlarına lise yıllarına kadar aile çevremde hiç ama hiç temas etmedim… Hâsıl-ı kelam ortaokulu bitirdiğimde muhafazakâr müfredatı da zaten bitirmiştim.
Yazar olmak için çabaladınız mı, neler yaptınız yazar olmak için?
Yazar veya şair olmak için özel bir çaba sarf etmedim. Aksine zaman zaman şiirden, yazı  ve çiziden uzak durmaya çabaladım. Zaten kitap okuyor ve okuduklarımı dostlarımla, arkadaşlarımla çeşitli vesileler icat ederek paylaşıyordum. Şiiri hep bir “lanet” olarak gördüm üstümde. Uzak Koku’ya aldığım o şiir epizodu da bunun bir kanıtı: Buruk/Bürünerek kemiğe ve ete/Şimdi nereye gitmeliyim/Şiire ve lanete. Hayata umutla baktığım dönemlerde şiirle, edebiyatla, yazıyla alakamın kesildiğini; içimdeki karanlığın arttığı kabz hallerindeyse bunlarla ünsiyetimin çoğaldığını, o karanlığı yazı ve harflerle kürüdüğümü hiç aklımdan çıkarmadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder