12 Ekim 2013 Cumartesi

İç huzur arayışı olarak felsefe

Soktares’ten Aurelius’a, Wittgenstein’dan Nietzsche’ye “felsefeyi bir yaşam tarzı olarak gören” pek çok felsefeciyi ve düşüncelerini tanıtan Hadot, Foucault’yla da özel bir tartışmaya giriyor.
Felsefe ile hayat arasındaki ilişkiler her zaman bir tartışma konusu olagelmiştir. Felsefenin hayat için değeri, erdemli bir yaşam sürmeye felsefenin verebileceği katkı ya da zarar felsefe tarihinin en gözde, en sürekli ve elbette en girift temalarından biridir.
“Fildişi kulesine çekilen düşünür” tiplemesinden “organik aydın” figürüne kadar düşünce tarihinde düşünce ile hayat ve mücadele arasında kurulan bağlantılar sadece Batı tarzı felsefede değil, diğer medeniyet havzalarının felsefi düşünüşlerinde de önemli bir yer tutar. Filozof ile münzevi, ermiş ile bilge kişilikler arasında kurulan paralellikler, felsefe ve din gibi toplumsal kurumlar arasında yer yer yaşanan gerilim, çatışma, rekabet, uzlaşma, hizmet eylemleriyle de beslenir.
Düşüncelere gark olmuş ve hayattan soyutlanmış bir insan teki olarak filozof ile hayata gömülmüş bir birey olarak filozof aynı kişi midir? Aynı kişilerse aralarında oluşan farkın felsefe açısından değerlendirilmesi nasıl yapılabilir? Felsefi hayat diyebileceğimiz ve normal insan hayatından ayrıksı bir yere koyacağımız bir hayat tarzı var mıdır? Varsa bu hayat tarzını hangi felsefe ekolü nasıl temsil veya temellük edebilir?
20. yüzyılın en önemli birkaç filozofundan biri olan Michel Foucault’un yakın arkadaşı Pierre Hadot, Ruhani Alıştırmalar ve Antik Felsefe adlı kapsamlı eserinde adeta kapsamlı bir felsefe tarihi kaleme alıyor. Soktares’ten Marcus Aurelius’a , Wittgenstein’dan Nietzsche’ye “felsefeyi bir yaşam tarzı olarak gören” pek çok felsefeciyi ve düşüncelerini tanıtan Hadot, dostu Foucault’yla da özel bir tartışmaya giriyor.
‘Sürüden azat olmak’
Hadot, kendi felsefesini şöyle özetliyor: “Tüm ekollerin, hatta septiklerinkinin bile, felsefenin sonu [amacı], ciddiyet ve varoluşun yüceliği duygusu olarak önerdikleri bireysel kader ve ruhani ilerleme kaygısı, ahlaki gerekliliğin uzlaşmaz doğrulaması, meditasyona çağrı, bu içsel huzur arayışına davet; bana öyle geliyor ki Antik felsefede asla aşılmadı ve hâlâ canlıdır. Bazıları bu davranışlarda belki de bir kaçış tavrına, insan ıstırabından ve sefaletinden sorumlu olmamızı gereken vicdanla uyumlu olmayan bir kafa dinlemeye tanık olacaklar ve filozofun böylece dünyaya çaresiz olarak yabancı kaldığını düşünecekler. En yalın haliyle, Georges Friedmann’nın, 1942 tarihli, adalet kaygısını ve ruhani çabayı uzlaştırma olasılığını sezdiren ve bir antikçağ stoacısının şöyle diyebileceği, şu güzel metninden alıntı yaparak cevap vereceğim: ‘Havalanmak her gün! En azından bir saniye, kısa olsa bile olur, yeter ki dolu dolu olsun. Her gün bir ‘ruhani alıştırma’- tek başına ya da kendisi de düzelmek isteyen bir adamın eşliğinde... Süreden azat olmak. Kendini kendi tutkularından arınmaya zorlamak... Kendini aşarak ebedileşmek. Kendi üzerine bu çaba gereklidir, bu hırs ise makul. Pek çokları kendilerini militan politikada, sosyal devrim hazırlığında tamamıyla yitirip gidenlerdir. Nadirleri, çok nadirleri ise, devrimi hazırlamak için kendilerini haysiyetli kılanlardır."

Kaynak: İç huzur arayışı olarak felsefe - Açık Görüş - Star Gazete http://haber.stargazete.com/acikgorus/ic-huzur-arayisi-olarak-felsefe/haber-689237#ixzz2hVpdGpal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder