Türkiye’de özellikle 28 Şubat süreci esnasında ve sonrasında yükselen
bir tartışma konusuydu “kamusal alan”, “kamusal görünürlük” ve
bütünüyle “kamusallık” kavramları. Kamusal alanın nasıl tanımlanacağı,
Türkiye’de kamusal alanı belirleyen kriterlerin niteliği, bu kriterlerin
hukuki ya da siyasi zeminlerde mi belirlenmesinin öncelikli kılınması
gerektiği bu tartışmaların mihverini belirleyen önemli düğüm
noktalarıydı. Özellikle siyasi ve hukuki bakımdan kendilerini
Türkiye’nin muktedirleri olarak gören ve konumlayan bazı çevrelerin
“dinin kamusal görünümü”nün artışını simgeleyen ideolojik bir nesne
olarak başörtüsü değerlendirmelerinin yol açtığı baskıcı anlayış ve
uygulamalara meşruiyet kazandırmak için başvurdukları bu kavramlar
kelime anlamıyla ‘kamu’ya, yani herkese ait olan bir alan olarak
kurgulanması gereken bir siyasi mekan tasavvurunu, egemenlerin düzen
bekçiliği rolüyle sınırlandırmış oldu. Kamusal alanın sınırlarını
devletin tahakküm kurduğu bir alan olarak alabildiğine genişleten ve
özgürlükler alanı olarak ise alabildiğine daraltan bu yaklaşım 28
Şubat’ta sokağı dahi içine alacak bir karakter kazandı.
Peki ama
hakikaten böyle mi olmalı? Yani kamusal alan, kimilerinin iddia ettiği
gibi, polisin ya da güvenlik görevlisinin yurttaşa kimlik sorduğu yer
midir, yoksa kamu hizmeti görenler ile bu hizmeti alanların
karşılaştıkları yer mi? Kamusal alan, bir düşünce ve ifade özgürlüğü
alanı mı, yoksa egemen siyasal sistem dışında hiçbir alternatif politik
kurgu içermeyen, farklı hiçbir fikir ve kanaatin tartışmaya açılıp
hiçbir surette müzakere edilmediği mutlakıyetçi düşüncelerin buyurgan
bir alanı mıdır? Son olarak, kamusal alan aleniyete imkân tanıyan
kentsel yahut fiziksel bir mekân mı, muhayyel bir gerçeklik yahut soyut
bir fikirler ve değerler alanı mıdır?
Politik ideallerin eylem alanı
Editörlüğünü
Eric Dacheux’un yaptığı kitapta bu soruların yanıtları aranıyor.
Görüleceği gibi, politik toplumun ve demokratik yaşamın normatif
kavramsallaştırılması olarak kamusal alan, çok aktörlü bir aracılık
mekânı olduğu kadar, politik ideallerin ve söylemsel/eylemsel düzeyde
hayat bulan toplumsal değişim çağrılarının da tüm şiddetiyle cereyan
ettiği yerdir. Ana akım siyaset anlayışının iktidar aygıtını salt
araçsal niteliğiyle sahiplenen tavrı ve her tür güç alanını derhal bir
mülkiyet biçimine tahvil eden eğilimi karşısında ‘söz’ün sivil ve
demokratik alanını genişletmek kaçınılmazdır. Bu, geniş tabanlı bir
toplumsal uzlaşının inşası için de önemlidir. İşte Kamusal Alan, bütün
bu sorunları tartışırken, bunu ötekine saygı çerçevesinde ve sağduyulu
biçimde yapma imkânlarını da araştırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder